Froy Aagre ile Söyleşi
Froy Aagre: "Senfoni orkestrasında 200 ölçü bekleyip ardından 10 ölçü çalmak ve tekrar 200 ölçü beklemek pek yapmak istediğim bir şey değildi. Bu yüzden her geçen gün caza biraz daha yöneldim..."
Siz bir müzisyen olduğunuz kadar aynı zamanda da üretken bir bestecisiniz de. Öncelikle şu sıralar neler yazmakta olduğunuzdan bahseder misiniz?
Kendi dörtlüm için yeni eserler besteliyorum ve sürekli olarak provalar yapıyoruz. Bu eserlerin büyük kısmı yeni albümüm için. Besteledğim eserler devamlı olarak bir gelişim içinde. Besteler son albümüm Cycle of Silence’daki (2010) eserler ile farklı yönde olan çalışmalar. Biraz daha oda müziği formatının baskın olduğu besteler. Öye yandan yeni bestelerde de bir öncekilerde olduğu gibi Norveç folklöründen renkler var azda olsa ve yine melodik yapı ön planda.
Kendi grubunuz için olan eserlerinizin yanısıra farklı topluluklar içinde eserler yazıyorsunuz. Biraz bundan bahseder misiniz?
Evet, büyük caz orkestraları ve oda orkestraları için eserler yazdım. Ayrıca tahta nefesliler ve pirinç nefeslerin olduğu topluluklar içinde eserler yazdım. Son olarak geçtiğimiz yıl yazmış olduğu bazı eserler ACT plak şirketinden de birkaç albümü olan Norveçli topluluk Ensemble Denada için eserler yazdım ve bu çalışmalar topluluk tarafından çeşitli festivallerde seslendirildi.
Kendi dörtlünüz için müzik yazmak ve büyük orkestralar için müzik yazmak. Bu her iki durum söz konusu olduğu zaman besteci olarak tutumunuz nasıl farklılık gösteriyor?
Grubumdaki müzisyenler ile çok uzun yıllardır birlikte çalışıyorum ve her birini çok yakından tanıyorum. Öncelikle melodileri yazıyorum ve aklıma gelen diğer müzikal fikirleri de not defterime geçiriyorum. Biriktirdiğim müzikal temalar arasından en güçlü olanları seçip, teorik ve pratik düzeyde üzerine çalışmaya başlıyorum. Melodinin yanısıra temalar içinde uygun ritmik ve armonik yapıyı bulmak için zaman harcıyorum. Bu durum hem büyük jazz toplulukları için hem de kendi grubum için müzik yazarken bu şekilde gelişiyor. Fakat kendi grubumla çalarken eser üzerinde değişiklik yapabilme fırsatım oluyor. Büyük topluluklar için yazdığınız zaman böyle bir şansınız pek olmuyor. Onca müzisyenin bir araya gelmesi bile büyük bir zorluk olduğu için tüm eseri minumum provada bitirmek gerekiyor. Bunun içinde elinizden gelenin en iyisini yapmalısınız.
Sizin hakkınızda bir çok şey okudum ama halen müziğe nasıl başladığınızı bilmiyorum. Keman, piyano yada gitar dururken saksofon ile tanışmanız nasıl oldu? Biraz bundan bahseder misiniz?
Ailede herkes müzik ile uğraşıyordu. Babam kendi keyfi için gitar, piyano ve bas çalardı. Babamın birlikte müzik yaptığı bir grubuda vardı ayrıca. Evimizde bir müzik odası vardı ve bazen tüm aile birlikte müzik yapardık. İlk olarak 12 yaşımda olduğum dönemde bir tahta nefesliler topluluğunda klarnet ile başlamıştım. Bazen evimizdeki müzik odasında bu topluluktan arkadaşlarımla birlikte de müzik yapardık. (...)
Klarnet ile başladığınızı bilmiyordum. Ben sizi hep alto ile arkadaş olmuş, tenor ile uzunca bir süre çıkmış ve sonunda soprano saksofon ile evlenmiş bir müzisyen olarak düşünüyordum.
Bu dediğiniz aynen doğru aslında (gülüşmeler). Klarnet çaldığım dönem ile paralel bir zamanda alto saksofonla da tanıştım. 12 yaşımdayken bir haftalığına yakın bir arkadaşımın alto saksofonunu ödünç almıştım. Sadece enstrümanı biraz olsun tanımak için. Sonrasında ise enstrümanın sesi bana çok daha çekici geldi ve saksofona geçmeye karar verdim. Tabii o zamanlar halen müzik ile amatör olarak ilgileniyordum. Aklımda ilerki yıllar için profesyonel bir müzisyen olmak yoktu. (...)
Çocukluk döneminizden gençlik döneminize gelecek olursak özellikle İngiltere’nin müzikal gelişiminizde önemli bir yere sahip olduğunu söyleyebiliriz. Ada Avrupa’sındaki caz yaşantısının bizzat içinde yer aldığınız uzun yıllar boyunca. Birmingham Konservatuarı ve Middlesex Üniversitesi’nde okudunuz. Biraz İngiltere’deki eğitiminizden ve yaşadıklarınızdan bahseder misiniz?
İlk olarak üç yıl boyunca Birmingham Konservatuarı’nda klasik saksofon eğitimi aldım ama bir yandan da caz ve çeşitli ülke müziklerinin analiz edildiği derslere katıldım. Mesala Bali adalarının müziği olan Gamelan müziği ile ve Hint müzikleriyle de burada tanıştım. Kompoziyon eğitimimin temellerini de yine Birmingham’da olduğum yıllara tarihleniyor. O dönemde ondokuz yaşındaydım ve etrafında olup bitinlere son derece açıktım.
Benleğimde önemli bir yere sahip olan en güzel anılarımda biri konservatuarın senfoni orkestrası ile birlikte Prokofiev’in Romeo & Juliet isimli bale eserini çaldığımız an idi. Daha önce böylesine büyük bir toplulukla çalmamıştım. Birmingham’da klasik müzik konserlerinin yanısıra sıklıkla caz gruplarıyla da müzik yapma fırsatı buluyordum. Orada olduğum süre içinde cazın benim için her geçen günde daha mutlu olabileceğim bir müzik türü olduğunu keşfediyordum. Senfoni orkestrasında 200 ölçü bekleyip ardından 10 ölçü çalmak ve tekrar 200 ölçü beklemek pek yapmak istediğim birşey değildi. Bu yüzden her geçen gün caza biraz daha yöneldim. O dönemde klasik müzik çaldığımda alto, caz çaldığımda ise ağırlıklı olarak tenor olmakla birlikte soprano saksofonda çalıyordum.
Kısa bir süre Arjantin’de de bulunmuştunuz. Biraz bundan bahseder misiniz?
Yirmi yaşına geldiğimde bir değişim programıyla Arjantine gittim ve Conservatorio Nacional de Música’da yarım dönem eğitim aldım. Buenos Aires’de altı ay kaldığım dönemde bir yandan klasik saksofon eğitimine devam ederken bir yandan da azda olsa Arjantin müziğide yakından tanıma fırsatım oldu. Özellikle tango ile çok yakından ilgilendim. Burada saksofon dörtlülerinden de çalma fırsatım.
Birmingham’daki 3 yıllın ardından Londraya taşınıyorsunuz ve Middlesex Üniversitesi’ne devam ediyorsunuz. Bildiğim kadarıyla burada saksofon dışında bir eğitim aldınız. Biraz bundan bahseder misiniz?
Masterım için bir yıl boyunca Londra’da kaldım. Middlesex’deki masterımı müzik teknojileri üzerine yaptım fakat bir yandan da günde üç, dört saat enstrüman çalışmaya ve jam session’lara katılmaya devam ettim. Middlesex’de okuduğum dönemde dört farklı görüşe sahip dört usta müzisyen ile çalışma fırsatım oldu. Her biri ayrı bir fikir öneriyor ve bu durum bana benzersiz bakış açıları kazandırıyordu. Yirmiiki yaşındaydım tüm bunlar olup bitirken.
Siz saksofona alto ile başladığınız ve uzun bir dönem tenor ile devam ettiniz. Hatta ilk iki albümünüzde (Katalyze, 2004 & Countryside 2007) yoğun bir tenorize sound hakim. Sonrasında ise soprano saksofon tüm sesinize hakim oldu. Bir çok röportajınızda soprano saksofonun vücüdunuzun ayrılmaz bir parçası haline geldiğinden bahsediyorsunuz. Biraz bu geçiş sürecinden bahseder misiniz?
Uzunca bir süredir kendi grubumda sadece soprano saksofon çalıyorum. Bu enstrümanda kendimi çok daha özgür ve rahat hissetiğimi söyleyebilirim. Soprano benim için ne kadar fazla verirseniz daha fazlasını aldığınız bir enstrüman oldu. Geçtiğimiz yıl çıkan son albümüm Cycle of Silence, 2010 tamamen soprano saksofon kullanarak kaydettiğim ilk albümüm oldu.
Yirmili yaşlarınızın henüz başındayken dünyanın pek çok farklı yerini görme fırsatınız oldu. Londra, New York, Buenos Aires gibi. Gittiğiniz şehirlerde sizde iz bırakan hikayeler nelerdir?
2001 yılında New York gittiğimde Dave Liebman ile çalışmam benim için eşiz bir tecrübeydi. Washington’da sadece kadın caz müzisyenlerinin sahne aldığı Mary Lou Williams Women in Jazz Festival isminde bir festivale gitmiştim bir seferinde. Burada harika bir perküsyoncu ile tanışmıştım ve kendisinden Latin Amerika müziğine dair çok şey öğrenmiştim. (...) Ayrıca New York’da tanıştığım müzisyenlerin sıcakkanlılığını da unutamam. Beni onlarca kez konserlere ve jam session’lara davet etmişlerdi.
Londra ile ilgili olarak ise 2002 yılında bir arkadaşımdan aldığım davet üzerine konuk olarak efsane caz kulubü Ronnie Scotts’da üç gece üst üste çaldığım zaman çok özeldir benim için. 2010 yılında da Ronnie Scotts’da kendi grubum ile çalmıştım. Bu performansda benim için çok özeldir. Tüm bunlara ek olarak Arendal’da (Norveç) düzenlenen Canal Street Festival’da albümlerimde yer almayan ve tamamen yeni bestelerden oluşan bir repertuvarı kilisede çalmıştık. Bu performansda unutulmaz anılarım arasındadır.
Son olarak Almanya ve İngiltere ile ilgili iki anımı anlatmak istiyorum bu sorunuza dair: Bir seferinde Almanya’nın Bielefeld şehrindeki bir caz festivalinde eski bir fabrikanın bir odasında çalmıştık. Hem bizim için hem de seyirciler için ilginç bir tecrübeydi. Bir de İngiltere’nin kırsal bölgesi York Shire’da bir yerde çalmıştık bir defasında. Sadece otel ve bar. Başka hiçbir şey yok diyebilirsiniz ve buraya dünyanın her tarafından harika müzisyenler geliyordu. Öyle kırsal bir alanda bu tarz bir etkinliği hiç beklemezsiniz aslında ama halkın ilgiside dahil olmak üzere herşey olağanüstüydü
Son Ekledikleri: Osman Ekinci
Yorum Ekle
Gerekli olan (*) işaretli alanlara gerekli bilgileri girdiğinizden emin olun. HTML kod izni yoktur.