Bebop Akımı
1940'larda jazz müziğinde bebop akımının doğuşu genelde modern jazz'ın başlangıcı olarak da kabul edilir.
Bu tarz, tekniğe ve beraberinde şarkı söylenebilen melodilerden ziyade karmaşık armonilere daha fazla önem veren küçük swing toplulukları tarafından geliştirilmiştir. Bu hareketin babası alto saksofoncu Charlie "Bird" Parker'dır ve trompetçi Dizzy "Diz" Gillespie ilk müritlerindendir. Dizzy daha büyük orkestralarda kurmuş ve kübalı vurmalı çalgıcılarla, mambo ritmlerini de içeren afro-kuba müziğini tanıtmıştır. Ama daha ziyade Charlie Parker ve Diz'in kurdugu 5li ya da daha küçük gruplar bebop muziginin kurulmasına yardımcı olmuştur ki bu jazz da trio,quartet,quintet kavramlarının yerleşmesine sebep olmuştur.
Bu akımdan önceki müzik türleri blues ve o günün popüler şarkılarını içerirken bebop akımını benimseyen jazzcıların meydana getirdikleri eserler popüler müzikten farklılaşmaya başlamış ve ilk defa jazz insanların dans etmesi için yapılmamaya başlanmıştır. Eserler hızlı tempolu ve çalması güç 8lik notalardan oluşmaktaydı. Çoğu bebop standartı populer parcalarin akor ilerlemelerinden meydana gelir, misal "i got rhythm" "how high the moon" v.s.. doğaçlamalar ise bu akorların işaret ettiği gamlar uzerinde yapılmaktaydı, ve kullanılan gamlar genelde pes 5lileri içermekteydi.
Solo calmanin yanında eşlikte de bir takım yeni uygulamalar getirdi bebop akımı. Davulcular daha az kontrbasçılara uyar oldular ve zil atakları fazlalaştı.Basçılar daha çok nabzı tutmaya başladılar bunu da akor ilerlemelerinin ana hatlarını cizerek ve ceyrek notalar calarak yaptılar. Piyanistler daha hafif bir dokunusa sahip olmaya ve ozellikle sol el eskisi gibi sadece vuruslari belirtmeye ve akorlarin koklerini calmaya zorlanmamaya basladi. Bu arada modern jazz standardı evrensel hale gelmeye basladı. Yani ilk basta melodi hep birlikte calınıp daha sonra her bir enstruman teker teker parcanın akor ilerlemelerine dayanarak solo atmaya basladı ve en sonda tekrar melodi birlikte calınıp parca noktalandı.
Bir onceki kusaktan olan bir cok muzisyen bebop muziginin gelismesinde yardımcı oldu. Bunlar arasinda Lester Young , Coleman Hawkins, Roy Elridge, Charlie Christian, Jimmy Blanton ve Jo jones gosterilebilir.Ayrıca diger muzisyenler saksofoncu Sonny Stitt ve Lucky thompson, trompetçi Fats Navarro, Kenny Dorham ve Miles Davis , piyanist Bud Powell , Duke Jordan, Al Haig ve Thelonious Monk , vibrafoncu Milt Jackson ,Kontrbascı Oscar Pettiford, Tommy Potter ve Charles Mingus, davulcu Max Roach, Kenny Clarke ve `Roy Haynes. Miles, Monk ve Mingus'un daha sonra bebop sonrası calışmaları olmuştur ki bu müzisyenler ayrıca incelenecektir..
Cool Akımının Doğuşu
1949 ve 1950'de Miles Davis ile aranjör Gil Evans, bugün Miles Davis Nonet veya Birth of Cool diye bilinen dokuz parçalık bir kayıt gerçekleştirdiler. Grup, Claude Thornhill’in orkestrasının küçültülmesiyle oluşmuştu. Grupta Lee Konitz ve bariton saksofoncu Gerry Mulligan da vardı. Bu kişiler de çalarken Miles Davis gibi hafif tonları kullandılar. Grupta; piyano, bas ve davul kullanılmasına karşın pek de alışıldık olmayan tuba ve fransız horn’u da vardı. Trombonun varlığına karşın tenor saksofon veya gitar kullanılmamıştı.
Bu kayıttan sonra başını Miles Davis, Stan Getz, Lennie Tristano ve Lee Konitz'in çektiği cool hareketi oluştu.
Dönemin Özellikleri
Cool caz, Charlie Parker ve Dizzy Gillespie’nin bop tarzına kıyasla daha yumuşak ve takip etmesi de daha kolay olan bir caz türü olarak ortaya çıkmıştır. Cool caz müzisyenlerinin en çok etkilendiği kişilerin başında Lester Young ve Count Basie gelmektedir. Cool cazın kurucularından olan Miles Davis ve Stan Getz de Young' dan etkilenmiştir. Cool caz tanımı bir çok müzisyen tarafından çok sıcak karşılanmasa da caz müzik tarihi içerisinde bu dönem cool caz dönemi olarak adlandırılmıştır.
Her ne kadar cool'un bop'a göre daha yumuşak, basit ve melodik olduğu söylense de cool caz türünde bop müzik tarzından pek de farklı olmayan birçok eser de bulunmaktadır. Burada oluşan isim ve tanım karışıklığını gidermek için cool bop denen bir müzik türü de ortaya çıkmıştır. Örneğin Geoger Shearing’in yaptığı müzik kimilerince cool olarak isimlendirilirken kimileri tarafından da bop denilmiştir. Hatta kibar bop anlamına gelen polite bop da dendiği olmuştur!
Cool dönemi diğer caz akımlarından farklı olarak Amerika'nın batı bölgesi ile müzikal anlamda önemli bir bağ kurmuştu. New York bop için neyse batı bölgesi de cool için oydu. Birth of Cool'da karşımıza çıkan müzik Los Angeles bölgesinde beyazlar tarafından da çalınmaktaydı. Konitz ve Davis’in etkileri orada da hissedilmekteydi. Birth of Cool grubundaki tuba ve fransız horn’u gibi değişik enstrümanları da kullanmaktaydılar. Buradakiler Count Basie-Lester Young tarzını Charlie Parker-Dizzy Gillespie tarzına tercih etmekteydiler. Bazı müzikler özellikle bastırılmış gibi çalınmaktaydı, ki gazeteciler bu müziği daha çok Lester Young ve cool caz ile bağdaştırmaktaydı. Sıklıkla kullanılan sololar bop’a kıyasla daha pürüzsüz ve melodikti. Bu tarzda beste ve düzenlenmelere ağırlık verilmeye başlanmıştı.
Batı bölgesindeki caz (West Coast Jazz), artık giderek cool cazla birlikte anılmaya başlamıştı. Gazeteciler ve yorumcular diğer yapılan müziklere pek değer vermemişti ve 1950’lerde batı bölgesinin müziği cool caz olmuştu...
Dönemin Önde Gelen İsimleri
Dönemin önde gelen isimlerinden Lennie Tristano piyanist, besteci ve orkestra şefi olarak bop tarzına alternatif bir modern caz müziği yaratmıştır. O zamanlarda bop’a alternatif olan en önemli müzik onunkidir. Tristano’nun yetişirken etkilendiği kişiler Art Tatum ve Lester Young olmuştur. Etkilendiği bir diğer müzisyen de Johann Sebastian Bach'tır. Öğrencilerine Young’ın eserlerine çalışmaları gerektiğini söylediği gibi, Bach’ın da eserlerini çalışmalarını istemiştir. Tristano’nun kendine özgü özellikleri arasında Tatum’un zor ve etkileyici piyano sololarını başarıyla çalabilmesi de vardır. Öte yandan swing ve Milt Buckner zamanında ortaya çıkan kilitli el tekniğini de çok iyi kullanmıştır. Tristano ve ekibi, Ornette Coleman ve Cecil Taylor’dan çok önceleri Free Jazz denen tarzın da temellerini atmışlardır.
Tristano müzik kariyerinde çok fazla kayıt yapmamıştır (toplam 7 albüm). Satışları da çok olmadığı için albümleri belli kolleksiyoncularda bulunmaktadır. Kendisi caz dünyasındaki etkisini eğitmen olarak hissettirmiştir. Belki de bundan ötürü, bir çok caz müzisyeni onun müziğini yeterli seviyede görmüyordu; yahut Tristano’nun müziğinin bilincinde değillerdi. Tristano müziğiyle, Bill Evans ve Cecil Taylor’u etkilemeyi başarmıştır. Bu yüzden etkisi dolaylı da olsa Herbie Hancock, Chick Korea ve Keith Jarret’a kadar ulaşmıştır.
1940’lı yıllarda Tristano’nun öğrencileri arasında alto saksofon sanatçısı Lee Konitz ve tenor saksafon sanatçısı Warne Marsh öne çıkan isimlerdendir. Konitz’in saksofon stili caz dünyasında yeni bir ses yaratmıştı ve Parker mı yoksa Konitz mi daha hızlı çalıyor gibi tartışmalar yaşanmaktaydı. O dönemde Konitz Tristano’dan etkilenen kendi tarzıyla, Charli Parker’ı taklit eden alto saksofon sanatçılarından çok daha farklıydı. Lee Konitz, 1970 ve 1980’lerde yeni çıkan saksofon sanatçılarını da etkileyen saksofon çalma stilini 1954’ten sonra yaratmıştır. Yeni tarzıyla daha yavaş çalmaya başalmış ve sessizlik ile blues etkileri de katmıştır müziğine.
Lee Konitz'in dışında, kayda değer daha pek çok saksofon sanatçısı da ortaya çıkmıştır. Bunların birçoğu Lester Young’ın tonal kalitesini ve melodik düşüncelerini devam ettirmiştir. Bir kısmı da Charlie Parker’ın müziğini daha ileriye götürmüştür. Bunlardan Jimmy Giuffre, Batı bölgesinde çalanlardan olup 1946-1960 arası kendini göstermiştir. Cool caz doğrultusunda çalmıştır ve çaldığı bütün enstrümanlarla yumuşak müzik yapmıştır. Çizgisi melodik ve sakindir. Klarinette çok orijinal besteler ve doğaçlamalar yaratmıştır. Doğaçlamalarındaki kendine özgülük, tüm modern cazın üstündedir.
Bununla beraber Batı bölgesi'nde, en çok bilinen alto saksofoncu Paul Desmond olmuştur. Desmond’un stilinde melodinin sürekliliği ve üretken bir hayalgücü yatmaktadır. Çaldığı eserler çok net ve temizdir. En önemli özellikleri arasında ise özen, zeka ve ateşli ruhu vardır.
Art Pepper da iyi bilinen başarılı bir müzisyendir. Hareketliden, duygusal veya aşırı duygusal müziğe kadar değişik bir yelpazede müzik yapmıştır. Kısa, hareketli ve ritmi zengin olan bir müzik anlayışı içerisindedir.
Gerry Mulligan dönemin başarılı bariton saksofoncusudur. Miles Davis’in 1949 ve 1950’deki Nonet grubunda besteciliğini de göstermiştir . Claude Thornhill ve Stan Kenton orkestraları için de eserler yazmıştır. Eserleri komplike olmayan bir tarzdadır. Mulligan’ın enteresan özelliği ise piyano olmayan ufak bir grup kurmuş olmasıydı. Grupta bariton saksofon, korno, bas ve davul vardı. Piyanonun eksikliği gruba sade bir müzik havası vermişti.
Trompette, 1950’lerde ve 1960’larda çok değişik müzisyenler ortaya çıkmıştı. Miles Davis tartışmasız en önemli isimdi. West Coast Cool Jazz’ında Chet Baker ve Shorty Rogers muhtemelen en çok bilinen trompetçilerdir. Baker sololarıyla ön plana çıkarken, Rogers besteci yönü ve orkestra şefliği özelliği ile ön plana çıkmaktadır.
Baker bir süre Charlie Parker’la beraber çalıştıktan sonra esas başarıyı Gerry Mulligan’ın grubuna girerek elde etmiştir. Baker’ın sololarında kolay izlenebilen bir hava vardır ve yumuşak bir şekilde çalmıştır. Baker’ın en büyük başarısı bir kaç notayı kapıp onlar üzerine yoğunlaşıp etkileyici melodiler yakalamasıdır. Bu kusursuz notayı yakaladığı anda elde ettiği müzik kırılganlık ve coşkunun bir dengesi olmaktadır.
Shorty Rogers’ın başarılı olduğu saha ise tropmet bestecisi ve düzenlemecisi olmasıdır. Woody Herman ve Stan Kenton orkestraları için çalmış ve besteler yapmıştır. Rogers trompet stilini Davis’in 1940’lı yıllarda çaldışından etkilenerek oluşturmuştur.
West Coast Jazz veya cool caz denilen tarz, davulculara pek de entresan numaralar yapma imkanı vermiyordu. Chico Hamilton buna rağmen ön plana çıkabilmiş bir davulcuydu. Öncelikle Mulligan’ın piyanosuz grubunda çalıyordu. Daha sonra kendi grubunu kurarak ayrıldı. Kurduğu grup da eşine az rastlanır bir gruptu. Grupta çalınan enstrümanlar, gitar, çello,bas, davul, flüt, klarinet ve saksofondan oluşmaktaydı. Flüt ve çello caz müziği için oldukça yeni enstrümanlardı. Kendilerine has müzikle adeta bir oda müziği orkestrasını anımsatıyordu. Bazı zamanlarda grup birkaç melodiyi aynı anda çalardı ki bu cazın ilk tekniklerinden birisidir. Genel olarak Hamilton’ın müziği zengin, orkestral ve ustacaydı.
1950’li yıllarda bir sürü caz piyanisti ortaya çıkmış fakat hiçbirisi Dave Brubeck kadar başarılı olamamıştı. 1955-1985 dönemi içerisinde tüm caz satışlarında Brubeck ikinci sıradadır. 1950 ve 1960’lı yıllarda Brubeck ismi Armstrong ve Ellington gibi cazla özdeş hale gelmiştir. Esas başarısı orkestra şefi ve iyi bir besteci olmasıdır. Besteciliğine hemen herkes hayranlık duymuştur.
Brubeck’in oluşturduğu tarz, bop’tan oldukça farklı ve klasik müziği andıran bir tarzdı. Etkilendiği kişiler ise Art Tatum, Fats Waller ve Cleo Brown olmuştur. Daima bop tarzından kaçınmış ve klasiğe yönelmiştir. Doğaçlamaları daima takip etmesi kolay yapıdadır. Genel olarak daha basit ve duyguludur. Brubeck’in besteleri sevimlidir ve insanda hoş bir duygusal hava yaratır.
Dönemin gitarsitleri içinde Jim Hall en önemli şahıstır. Jim Hall’un çaldığı gitar yumuşak ve sakin bir tonda olup, ses çok temiz ve saf çıkmaktadır. Hall’un bu kibar ve yumuşak çalışı onun diğer bütün caz gitaristlerinden farklı bir yere konmasına neden olmuştur. Jim Hall daima kendinden emin, başladığı soloyu yarım bırakmayan, hiç hatalı başlangıç yapmayan bir performans segiler. Çok hızlı çalabilen bir kişi olmasına rağmen yaptığı müzik onu en yavaş gitar solosuna sahip kişi konumuna getirmiştir.
Tromboncuların arasında dikkat çeken isim de Carl Fontana olmuştur. Doğaçlamadaki üstün yeteneği ve paralel olmayan enstrüman kullanımıyla dikkat çekmektedir. Diğer tromboncularla karşılaşatırıldığında çok daha derin olduğu ortaya çıkmaktadır. Ne yazık ki Fontana çok az kayıt yapmıştır ve bu yüzden de Bob Brookmeyer ve Frank Rosolino daha popüler olmuşlardır. Ancak ikisini de cool caz tarzında çalan kişiler olarak niteleyemeyiz.
Çok az cool caz sanatçısı modern cazda popüler olabilmiştir. Trompetçi Miles Davis ve saksofoncu Stan Getz başarıyı yakalamıştır. George Shearing Quintet ve Modern Jazz Quartet de başarılı sayıalabilen gruplardandır. Dave Brubeck’in grubu ve Modern Jazz Quartet ise çok popüler olup düzenli turnelere çıkmış ve üniversite kampüslerinde çalmışlardır. Lennie Tristano, Lee Konitz ve Jimmy Giuffre gibi üst düzey müzik yapanlar ise meşhur olamamışlardır. Sonuç olarak cool caz gerçek sesini tam olarak duyuramamıştır ve de içlerinden bir kaç kişi akıllarda kalabilmiştir...
Hard Bop Akımının Doğuşu ve Özellikleri
1950'li yıllarda kökeni bop'a dayanan, bunun yanında bop ve cool akımlarından farklı olan bir akım oluşmaya başladı : Hard Bop.
Hard bop akımında bop etkilerini hissetmek gayet kolaydır. Gerektirdiği teknik ustalık ve agresif yapısıyla bop'tan hiç eksik kalır tarafı yoktur. Bunun yanında bazı noktalarıyla bop'tan ayrılır: Doğaçlamalar bop akımındaki kadar karmaşık bir yapı sergilemez, müziğin tonu daha ağır, karanlık ve sert bir yapıdadır. Davulcular hard bop içinde ön plana çıkmıştır ve bununla beraber ritm kısmı önemli rol oynar. Melodik olarak blues'a daha yakındır; bunun yanında funk, soul, gospel etkileri de görülür ve bazı parçalar bu akımlarla iç içe geçmiştir.
Bu özellikler ilk olarak '50 lerin başlarında trompetçi Clifford Brown'un çalışmalarında ve Horace Silver ile Art Blakey'nin kurduğu gruplarda kendini göstermiştir. Daha sonra kurulmuş olan ve bünyesinde Art Blakey ile Clifford Brown'ın olduğu gruplar aynı şekilde çalmaya devam etmişlerdir. Art Blakey ve Horace Silver'ın gruplarında yer almış müzisyenler bu stili 80'ler boyunca sürdürmüşlerdir. Müzikal olarak bop tarzından açıkça ayrılmış olan Miles Davis'in 1955-1961 arasındaki çalışmalarında da hard bop tarzının özellikleri görülür.
Dönemin Önde Gelen İsimleri
Horace Silver, olağanüstü bestecilik ve grup lideri özellikleriyle hard bop'taki en büyük isimlerden biridir. Aynı zamanda kendine özgü bir piyano stili geliştirmiştir. Silver 60'larda, bop'un o uzun ve iç içe geçmiş melodik hattının yerine daha sade bir yapı tercih etmiştir. Silver için önemli olan teknik üstünlük değildir. Kısa ve berrak bir yapı onun için hız ve atiklikten önce gelir. Bu yüzden müziğinde sergiledği fikirler anlaşılması kolay bir yapıdadır.
Silver eşlikçi olarak başlangıçta bop etkileri taşıyor olsa da 50'lerin sonuna doğru kendine özgü bir eşlik stili geliştirmiştir. Çalışıyla, solo yapan müzisyene gideceği yön konusunda bilgi verir. Silver'ın piyanoda eşlikçi olarak böyle bir yaklaşımda bulunması diğer gruplara kıyasla kendi grubuna bir süreklilik kazandırmıştır. Fakat aynı zamanda bu, gruptaki solo yapan elemanlara da bir kısıtlama demek oluyordu. Horaca Silver bestelerindeki kolay akılda kalır melodilerle popüler de olmuş bir müzisyendir.
Trompetçi Clifford Brown stilini büyük ölçüde Fats Navarro ve kısmen de Miles Davis etkisiyle oluşturmuştur. Swing döneminden bu yana en çok takdir edilen trompetçilerin başında yer almıştır. Bununla beraber pek çok müzisyene kıyasla daha az tanınmıştır.
Yüksek bir yaratıcılıkla ve oldukça istikrarlı bir biçimde çalan Brown, Gillespie ve Davis'e kıyasla daha geniş ve rahatlıkla fark edilen bir vibrato kullanmıştır. Brown'un yavaş ve oldukça belirgin vibratolu çalışı, benzer tekniğin 50'li ve 60'lardaki trompetçiler tarafından yeniden kullanılmasının sebebi olabilir. Her ne kadar Brown'un soloları Miles Davis ve Chet Baker'ınkilerden daha komplike olsa da gene de onlarla benzerlikleri vardır ve bundan ötürü çalışı cool akımını da yansıtır.
Brown'ın diğer müzisyenleri etkileyen pek çok yanı vardır. Karmaşık melodileri çalarken bile segilediği rahatlık bunların başında gelir kuşkusuz. Aklındaki düşüncüleri aletiyle çok iyi dile getirebilmesini sağlayan tekniği bunu başarabilmesindeki en önemli nedenlerden biridir. Brown, Charlie Parker ve Dizzy Gillesppie'nin yaptığı gibi müziği devamlı karıştırmak ve dinleyici şaşkınlıktan şaşkınlığa sürüklemek istemiyordu. O, Parker ve Gillespie'nin aksine müziğini daha sade bir şekilde yansıtıyordu. Çalışında swing ruhunu da duyabilirsiniz. Doğaçlamlarında tonunu ön plana çıkaracak şekilde çalmışıtır. Bu açıdan bakıldığında Clifford Brown'ın trompette yaptıkları Sony Stitt'in saksafonda yaptıklarıyla paralellik gösterir. Bu iki sanatçının tekniği ve müziğe olan yaklaşımı diğer hard bop sanatçıları tarafından adeta absorbe edilmiştir.
Clifford Brown kıvrak ve dengeli çalışı ile neşeli bir ruh halini yansıtır. Yüksek tempolarda bile sıcak ve parlak tonunu yansıtmasını bilmiştir. Hemen hemen bütün diğer trompetçiler Brown'un bu hız ve çevikliğini korkuyla karışık bir saygıyla seyretmişlerdir! Brown'un bu coşkunluk verici müzikalitesi Donald Byrd, Bill Hardman, Louis Smith, Lee Morgan gibi trompetçilerin yanı sıra 1980 ve 90'lardaki Roy Hargrove, Phil Harper gibi trompetçileri de etkilemiştir.
Miles Davis ve Clifford Brown uzun bir süre trompetçilerin en büyük esin kaynağı olarak kaldılar. Ancak 1970'lere gelindiğinde genç trompetçilerin büyük bir kısmı -ki aralarında Woody Shaw ve Randy Brecker da vardır- kendilerine yeni bir model buldu: Freddie Hubbard. Stilini Brown, Davis ve Chet Baker etksinde geliştiren Hubbard 60'ların başlarında kendine özgü stil ve yaklaşımı ortaya koymasını bildi. Hubbard'ın stili başlangıçta bop orjinliydi, sonra '60 larda "free jazz" akımında yol aldı, 70'lerde ise jazz-rock hareketinin bir parçasıydı.
Freddie Hubbard trompetçiler arasında en çok gıptayla bakılanların başında gelir. Tonu pürüzsüz, entonasyonu mükemmeldir. Clifford Brown gibi Freddie Hubbard'ın da zamanlaması tartışılmazdır. Ayrıca 'lip trill' denen çok zor bir tekniğin de en başta gelen ustalarındandır. Miles Davis'in vakurlu çalışına ve metodik yaklaşımına karşın, Hubbard'ın yaklaşımı neşe dolu ve içtendir. Büyük bir yaratıcı özgürlük ve kavramsal esneklik sergiler. Çaldığı henüz bitmemişken, aklına yeni ve hoşuna giden bir fikir gelmişse o sırada çaldığını kesip yeni fikri çalmaktan çekinmez. Heyecan dolu stili balladlarda bile kendini belli eder. Hubbard'ın özgür yapısı ile sınırları zorlayan geniş hayalgücünün birleşimi cazdaki trompet anlayışında yeni bir sayfa açmıştır.
Cannonball Adderley, Charlie Parker'ın ölümünden sonraki en iyi doğaçlama yapan saksafonculardan biriydi. Bazıları onu Parker'ın varisi olarak görüyordu. Bazı yönlerden Adderley'in stili Parker'ı andırıyordu gerçekten de : Akıcı, tahmin edilemez ve fikir yüklü... Bununla beraber Adderley çalışını Parker'a değil, swing alanındaki Pete Brown ve Benny Carter'a dayanarak oluşturmuştu. Ancak daha sonraları Charlie Parker ve Eddie Vinson kendisini etkilemiş ve en sonunda da John Coltrane ile birlikte çalmasının sonucu olarak da stili son halini almıştı. Miles Davis ile John Coltrane ile birlikte çalmış olduğu 1957-1959 dönemi Adderley'in yaratıcılığının doruğudur. Bu dönemde Davis'in grubunda çaldığı soloların hemen hepsi dikkate değerdir.
Adderley, alto saksafonuyla öyle derin ve dolu bir ton elde etmiştir ki, zaman zaman alto değil de tenor saksafon dinlediğiniz yanılsamasına kapılabilirsiniz. Kullandığı vibrato ile sıcak ve parlak bir tonu vardır. Pek çok hard bop müzisyeninin tersine çalışı mizah duygusunu da barındırır (hatta Adderley için, "...asi dönemin mutlu insanı" yakıştırması da yapılmaktadır).
1950, 60 ve 70'lerde trompetçi kardeşi Nat Adderley ile pek çok gruba liderlik etmiş, ve bu durum Cannoball'ın ölüm yılı olan 1975'e kadar da sürmüştür. Oluşturduğu gruplarla çaldığı parçaların pek çoğu "funky jazz" olarak da nitelendirilmiştir.
Hard bop'un en başında gelen isimlerinden davulcu ve grup lideri olan Art Blakey caz davul stilinin gevşetilmesini somutlaştırmıştır. Bu, kombo "sound" unun önünde ortaya çıkan yüksek ve doğrudan davul girişleri anlamına geliyordu. Blakey'nin bir eşlikçi olarak çalışı o kadar dinamikti ki onun açısında solo yapmak nerede ise heyecansız bir işti bile denilebilir. Her parçada geliştirdiği hareketler ve hassas olarak ayarlayabildiği ses yüksekliği ile geçişlerin altını çizebiliyor ve ipucu sunabiliyordu. Ekibin ve müziğin ruh halini yönetiyor ve gerilimin ne zaman artıp ne zaman düşeceğine karar verebiliyordu. Onunla çalışmış olan müzisyenler yapılacak doğaçlamaların süresini nasıl belirlediğini ve değişik entstrümanların soloları boyunca gerilimi nasıl kademe kademe artırdığını sık sık anlatmışlardır.
Art Blakey 30 yıl boyunca hard bop'u temsil eden gruplara liderlik etmiştir. Oluştrumuş olduğu gruplarıyla yaptığı müzik son derece sıkı, hareketli ve taviz verrmeyen bir yapıda olmuştur. Blakey'nin grubunda müzisyenlerin hemen hepsi bir numaraydılar ve ilk tanınmışlıklarını Blakey'nin gruplarında elde etmişlerdir. Bu müzisyenlerin pek çoğu sonra kendi gruplarını kurup caz dünyasına önemli katkılarda bulunmuşlardır.
Hard bop gruplarında trombon pek bulunmazdı. Bununla beraber bu dönemdeki gruplarda da çalmış birinci sınıf tromboncular vardır. Şunu belirtmekte fayda var ki hard bop akımı tromboncuların stilleri üzerinde pek bir değişiklik yaratmamıştır. Öyle ki, hard bop döneminde çalan tromboncuların bop dönemindeki çalış stillerinden pek de farklı bir yaklaşım ortaya koymadıkları görülmektedir. Bop döneminde kendini kanıtlamış olan ve hemen hemen bütün müzisyenlerin takdirini kazanmış olan J. J. Johnson hard bop döneminde de trombonun en önde gelen ismidir. 1950 ve 60'larda grup lideri olarak pek çok albüm yapmış olan Johnson aynı zamanda çok başaraılı doğaçlamalar yapmıştır. Art Blakey ve John Coltrane ile yaptığı kayıtlarda mükemmel bir performans ortaya koyan ve J. J. Johnson gibi çok iyi doğaçlama yapabilen dönem bir diğer önemli tromboncusu Curtis Fuller idi. Bununla beraber kariyerinde genel olarak grup elemanı olarak kalmış ve J. J. Johnson kadar tanınmışlık elde edememiştir.
Caz evrimleştikçe basçılar da gittikçe daha çok ön plana çıkmaya başlamıştır. Hard bop da bu konuda bir kilometre taşıdır. Dönemin en önemli basçıları Paul Chambers ve Sam Jones'dur (Ray Brown ve Charles Mingus'a ek olarak). Chambers, Miles Davis'in grubunda iken (1955-63 arası) yaptığı kayıtları ile geniş ölçüde tanınır hale gelmişti. Sam Jones ise Adderley'in 1957-66 arası gruplarındaki çalışıyla biliniyordu.
Paul Chambers aletiyle karanlık ve geniş bir ton elde etmişti. Parçalarda armonik tamamlayıcılığı ve bas yürüyüşleri dikkate değerdir. Ayrıca doğaçlamaları bop stilini ve nefesli sazların basa uygulanışını gösteriyordu. Melodiyi hissetme şekli ile ortaya koyduğu ritmik zenginlik basçılara örnek olmuştur. Chambers gerek canlı gerekse albümlerdeki müthiş performansıyla cazda basın nasıl ön planda olabileceğini ve uzun soloları nasıl ustaca yapabileceğini göstermiştir.
40' lardaki bop döneminde olduğu gibi, 50' lerdeki hard bop döneminde de az sayıda gitarist vardır. Olanların arasında en önemlisi Wes Montgomery'dir. Mızrap yerine baş parmağını kullanan Montgomery, gitarıyla yuvarlark ve dolu bir ton elde etmiştir. Charlie Christian'dan etkilenerek melodik ve rahat/esnek bir stil geliştirmiştir. Telaşsız, swing hissini yansıtır şekilde çalmıştır. Pek çok dinleyiciye göre Montgomery'nin müziği sıcaktır ve hoşnutluk etkisi yaratmıştır. '50 lerin sonu ve '60 ların başında yaratıcılığının zirvesi sayılır. Fakat yaratıcılığının zirvesindeki yıllarda yaptığı çalışmalarla değil, daha sonra yapmış olduğu çok daha az doğaçlamarda bulunduğu ve popüler melodiler çaldığı albümlerle ün elde etmiştir.
Wes Montgomery'den sonra en çok bilinen hard bop gitaristi Kenny Burrell'dir. Burrell'in stili Charlie Christian ve Oscar Moore kaynaklıdır. Burrell aynı zamanda bop'daki nefesli sazların yaklaşımı ile piyanist Horace Silver'da görülen funky tarzı melodik yapıyı aletinde kullanmıştır. Burrell, özellikle org sanatçısı Jimmy Smith'le yaptığı albümlerle de tanınır. Blues ve soul tarzlarına yakın çaldığı bu albümlerin caza olan katkısı ise tartışılır. Fakat bu albümlerle her iki sanatçının da popülerlik kazandığı tartışılmaz bir gerçektir.
Son Ekledikleri: Osman Ekinci
Yorum Ekle
Gerekli olan (*) işaretli alanlara gerekli bilgileri girdiğinizden emin olun. HTML kod izni yoktur.