Elif Çağlar ile Söyleşi
“İstanbul’un caz sahnesi adına umutluyum. Daha fazla caz etkinliği yapılıyor. Albümler çıkmaya başladı”
-Hayali konserlerle başlamış hikayeniz...
Aynen öyle oldu. Klasik bir hikaye belki bu. Çocukken aynanın karşısına geçip konserler veriyordum. Ailem de sanırım çocukluk hevesi olarak görüyordu bunu. Zaman geçtikçe iş kendini belli etti. Lisede okul orkestrasına girdim. Bir yandan da gitar dersleri alıyordum. Üniversite çağına geldiğimde müzik okuyacağım belli olmuştu.
-Ailenizin desteğini ne zaman aldınız?
15 yaşında, lise orkestrasıyla ilk konserime çıktım. Ailem de ilk kez o zaman izledi beni. Okul konseri tabii, sahneden indiğim anda anneler bana sarılmaya başladı. “Yavrum sen şarkı söyle” diyenler, “Konservatuvara git” diyenler... Annem de “Açılın ben annesiyim” der gibi geldi yanıma. İşte o gün anladılar müziğin benim için geçici bir heves olmadığını. Sonra da hep destek oldular bana.
-O zamanlar neler dinliyordunuz? Blues ve caz girmiş miydi hayatınıza?
Her tür müzik dinliyordum. Hâlâ da öyle. 1980 doğumluyum ben. 90’larda MTV ile büyüyen gençlerden biriydim. Bütün o müzikler çok hoşuma gidiyordu. Farklı şeyler duymak çok güzeldi. Ne duyarsam ona da tapıyordum açıkçası. Ben 11 yaşındayken babam ilk kez yurt dışından bir CD getirdi. Caz müzisyenleri vardı içinde. İşte o daha önce radyoda ya da televizyonda duymadığım bir şeydi. Onu dinleyince caz da hayatıma girmiş oldu.
-Aileniz hangi türe daha yakın?
Ailem de karmakarışık dinler. Belki de bu yüzden ben de öyle dinliyorum. Babam daha çok yabancı müzik dinliyor; hafif Batı müziği. Türk sanat müziği dinlediğini duymadım. Annem dinliyor onları. Fakat bir yandan da Şebnem Ferah dinler.
“İstanbul’a dönünce biraz boş hissettim”
-Bagdat Avenue’nün özel bir yeri var sanırım sizin için...
2000’de Roxy Müzik Günleri’ne katılmıştık. Yarışmayı ve albüm ödülünü kazandık. Albümü yaptık. Bagdat Avenue grubuyla İstanbul Caz Festivali’nde sahneye çıktık. Benim için çok önemliydi.
-Daha sonra New York’a gittiğiniz için gruptan ayrılmak zorunda kaldınız. New York nasıl değiştirdi hem müziğinizi hem de hayatınızı?
Çok önemli bir okulda, önemli eğitmenlerle çalışma fırsatım oldu hepsinden önemlisi. Queens College bünyesindeki The Aaron Copland School of Music... Sheila Jordan’ın öğrencisiydim... Okul kısmı harikaydı. Bir yandan da New York’un caz sahnesi... Her akşam gidip hayranı olduğunuz müzisyenleri çok yakından dinleyebilmek ayrı bir dersti.
-Türkiye’de blues ve caz anaakım müzikler değil. New York’ta durum çok farklı ama. Asıl bunun etkisini merak ediyorum.
Her köşede indie caz çalan birine rastlama ihtimaliniz var. Metroda, parklarda... Sayısız kulüp var. Bir sürü okul var. Tabii şehre yansıyor bu. Bunlar müzisyenler için bulunmaz nimetler.
-İstanbul’a döndüğünüz zaman ne oldu?
Negatif olmak istemiyorum. Birçok mekan var artık. Hatta tarzı caz olmayan mekanlar bile caz müzisyenlerine kapılarını açıyor. Festivallere ilgi arttı. Hâlâ eksikler var tabii ki; daha çok mekan olmalı, daha çok okul... Bu nedenle İstanbul’a döndüğümde biraz boş hissettim. “Nerede bulacağım cazı” diye düşünüyordum.
“Gençlerin caza ilgisi artıyor”
-İstanbul’un caz sahnesi adına umutlusunuz o zaman...
Tabii ki umutluyum. Şikayet edilecek birkaç şey var ama gençlerin ilgisi çok arttı. Festival dinleyicisi de çoğalıyor. Daha fazla caz etkinliği yapılıyor. Albümler de çıkmaya başladı. Bunların hepsi olumlu gelişmeler.
-İngilizce sözlü şarkılar yazıyorsunuz. Sadece iki Türkçe şarkınız var bildiğim kadarıyla. Bu nasıl şekilleniyor?
Ben sürekli şarkı yazıyorum aslında. Türkçe de yazıyorum. Türkçe şarkıları kendi yorumumla iyi bulmuyorum ama galiba. Ne yazsam başkalarının sesini duyuyorum. “Şu arkadaşıma versem bunu” diyorum hemen.
-Albümler artık müzisyenlerin kartvizitleri gibi. Siz de inanıyor musunuz buna?
Aynen öyle. Bir yandan da albüm ve canlı performans birbirinden çok ayrı keyifler; hem dinleyici hem de müzisyen için. Albüm olduğunda o şarkıları istediğiniz zaman dinleyebiliyorsunuz. Müzik tarihini değiştiren albümler var. Albüm çok önemli bu nedenle.
“Şarkılar hazır, EP’ler geliyor”
-Blues Sessions İstanbul’da Jimmy Burns ve ekibiyle sahneye çıkacaksınız... Üstelik Barış Manço ve Özdemir Erdoğan şarkıları seslendireceksiniz.
Blues festivalinin hatırası olarak bir albüm fikri ortaya atılmıştı. Şikago’da tamamı yabancı müzisyenlerle Özdemir Erdoğan’dan “Gurbet”, Barış Manço’dan “Eğri Eğri”yi seslendirdik. Konserde de bunları seslendireceğiz.
-Başka nelerle uğraşıyorsunuz?
Parçaları hazır olan bir EP var önümde. Vokal müziği değil ambient denebilir. Sona geldi diyebilirim. Yine de vakit alacak işleri var. Bununla beraber farklı bir proje daha var. Daha önce kullanmadığım enstrümanlarla olacak. Aranjesini ben yapmayacağım. Beş şarkılık bir EP o da. Onun da şarkıları hazır.
Salih Akelli
Caz müziği ve özellikle saksafon üzerine olan ilgisi kazanımlarını paylaşma arzusuyla birleştiğinde sizler için değerli yazılar hazırlamasına olanak kılmaktadır.
Son Ekledikleri: Salih Akelli
Yorum Ekle
Gerekli olan (*) işaretli alanlara gerekli bilgileri girdiğinizden emin olun. HTML kod izni yoktur.