Efsanevi Village Vanguard
Her caz müzisyeninin rüyası olan efsanevi Village Vanguard`ın sahibesi Lorraine Gordon kulübün 74 yıllık hayatını Barry Singer`a anlattı.
Canlı performansın merkezi olan Village Vanguard’ı ziyaret eden her caz hayranı, bu mekânla ilk tanışmasını gayet iyi hatırlar - dar merdivenler, yalın dekor, gösterişsiz ortam, taş gibi sert sandalyeler; kesinlikle bu mekâna özgü özellikler. Ve derken alkışlar dinince bir sessizlik hâkim olur ve o zaman gerçek bir dinleme odasında olduğunuzu, ciddi müzik hayranları için çalan ciddi müzisyenlerin huzurunda bulunduğunuzu anlarsınız. Bütün caz müzisyenleri Vanguard’da çalmak ve muhtemelen burada kayıt yapmak için yaşar. Ve eğer Lorraine sizden hoşlanırsa bunu gerçekleştirirsiniz.
Lorraine Gordon’un geçenlerde yayımlanan otobiyografisi sayesinde artık dünyanın en ünlü caz kulübü hakkında daha çok şey biliyoruz. İki ayrı sahibinin eşsiz düşüncelerini öğrenmiş bulunuyoruz. Max Gordon bu kulübü 1935’te kurarak 1989’daki ölümüne kadar malî sıkıntılar ve misyon değişikliklerine rağmen yaşattı. O tarihten itibaren Lorraine Gordon bayrağı devraldı ve hiç yere düşürmedi. Bir gece kulübe gittiğiniz zaman haşin bir ifadeyle, sıraya girmiş müşterilere bakan uzun gri saçlı kadına dikkat edin. İşte o Lorraine’dir. Vanguard’ın görgü kurallarına uyduğunuz takdirde sizi beğenecektir.
Vanguard’a içerden ilk bakış, Max Gordon’un 1982’de yazdığı “Live at the Village Vanguard” adlı kitaptı. Bu eserde, kulübü şairler, folk şarkıcıları, komikler ve sokaklarda nutuk çekenler için 1935’te bir Greenwich Village mekânı olarak açan adamın bakış açısından buranın hikâyesi anlatılıyordu. Kırkların başında genç Lorraine Gordon sık sık Vanguard’a gelip Pazar günleri öğleden sonra verilen caz konserlerinde Lester Young ve Ben Webster gibi müzisyenleri dinliyordu. 1948’de Lorraine Max ile resmen irtibat kurarak Thelonious Monk adlı tuhaf bir piyanisti işe alması tavsiyesinde bulundu. Bu konuşma sadece Monk’un kariyerinin başlangıcı olmakla kalmayıp caz müziğinin tarihindeki en verimli ilişkilerden de birinin başlangıcı oldu. Ancak bu olay Lorraine Gordon’ın hikâyesinin başlangıç noktası değildi. Max’ın tersine Lorraine, kitabının alt başlığından anlaşılacağı üzere “cazın içinde ve dışında” pek çok işe girip çıktı. Ayrıca ne Max Gordon ne de Village Vanguard onun yaşamının ilk yirmi beş yılında pek büyük bir yer tutmadı. Lorraine’in kitabında Village Vanguard’dan çok kendi hayatıyla ilgili bölümler yer alıyor. Kitap uzun bir roman gibi okunurken Lorraine okuyucuyu yirmili yıllardaki çocukluğuna götürüyor. “Cazı ta en başından beri seviyordum” diyor Gordon. Bu aşk onu önce Blue Note plak şirketinin kurucusu Alfred Lion’la tanıştırdı. Önce onun asistanı olarak çalışmaya başladı, ardından şirketin heyecan dolu ilk günlerinde onunla evlendi. Ancak Lion’dan boşanıp Max Gordon’la evlendiğinde doğrudan Village Vanguard’la ilgilenmedi. Aksine pek çok işe girip çıktı. Çocuklarını büyüttü, bir poster galerisi işletti, altmışlarda savaş karşıtı bir eylemci oldu, seksenlerde Brooklyn Müzesi`nin pazarlama müdürlüğünü yaptı. Kitabı her macerayla ilgili anekdotlarla dolu. Bunların arasında Monk ve Streisand gibi tanınmış isimlerin yanı sıra fazla bilinmeyen Ike Quebec ve Jabbo Smith gibi caz devleriyle olan ilişkileri de yer alıyor.
Lorraine yaşam öyküsünün iki yüzüncü sayfasından sonra, 1989’da Max’ın ölümüyle birlikte Vanguard’ı nasıl devraldığını anlatmaya başlıyor ve Max’ın bunu asla hayal edemediğini söylüyor. Kitabın geri kalan kısmı günümüze kadar geliyor. Bu bölüm, cazın altın çağı olan elliler ve altmışlardan çok farklı günümüzde bir kulüp -özellikle de bir caz kulübü- sahibi olmanın dertleri ve sıkıntılarıyla dolu. Ancak Lorraine işi yavaş yavaş büyütüyor. Lorraine “Village Vanguard kendine özgü bir ada ve ayakta kalmasını sağlayan bir ruha sahipti” diye yazarken bu başarıdan kendine pay çıkartmayı reddediyor. “İnsanlar sürekli, sadece Village Vanguard’da olmak için kapıdan içeri giriyordu. Bunların çoğu aslında o sırada kimin çaldığına aldırmıyordu ve muhakkak ki, işleri kimin çekip çevirdiğini de önemsemiyordu. Ancak bazıları çok değerbilirdi. O Vanguard âşıkları öyle güzel insanlardı ki. Onlar bana güç veriyordu.”
Şu anda seksenli yaşların sonunda olan Lorraine Gordon’ın günlük yaşamı, Vanguard’ın dümenine geçtiği ilk günlerden bu yana pek fazla değişmedi. Hemen hemen her öğleden sonra kapıyı açıyor, telesekretere gelen mesajları dinliyor, ses provası için gelen müzisyenleri karşılıyor, rezervasyon yapmak için telefonları cevaplıyor. Genellikle konserlerin ilk bölümü boyunca kapıya yakın bir yerde oturuyor. Bu konuda “patron olmanın iyi tarafı, kapanana kadar kalmayı gerektirmemesi” diyor. Ve kiminle çalışılacağına hâlâ Lorraine karar veriyor. “Kimi seviyorsam onu işe alıyorum. Başka da bir şey bilmiyorum.” Oysa çok şey biliyor! Caz hakkında eline geçen her şeyi okuyup mümkün olduğunca çok müzik dinliyor.
“Doğruyu söylemek gerekirse, konser programını yaparken dengelere aldırmıyorum. Kimi istiyorsam, onlar da müsaitse onu çağırıyorum. Bazen dört hafta üst üste trompetçiler oluyor. Ama bunun nesi kötü ki?”
Lorraine aynı zamanda inatçı bir insan. Kübalı piyanist Chucho Valdes’i getirtebilmek için bürokrasiyle ve dışişleri bakanlığının kurallarıyla uğraşması bunun kanıtı. Büyük bir öfkeyle, Valdes’in artık dünyanın her yerine gidebildiğini söylüyor: “Her yere gidiyor, bir tek George Bush’un Amerika’sı hariç.”
Cazın, pop müziğin ticari başarısını yakalayamaması onu üzmüyor: “Caz şu anda çok güçlü. Ben insanların cazı bazı zırvalardan daha çok dinlemelerini isterim, ama bu imkânsız. Yine de bir sorun yok. Güçlü, bağlı, nispeten bilgili, yeni seslere ve müzisyenlere açık bir dinleyici kitlemiz olsun yeter.” Yeni müzisyenlere karşı bu açıklık, Village Vanguard’ı yetmiş yıldan beri, Thelonious Monk’tan Bad Plus’a kadar caz dünyasının hayati bir performans mekânı haline getirdi.
Lorraine Gordon, Vanguard’ı kızı Deborah’a devretmek için gereken önlemleri aldığını belirtirken bir yandan da emeklilik planları yapmadığını söylüyor. “Emeklilik mi? Ne lüzumu var? Bir şeye karşı tutku duyduğun zaman, ona bağlandığın zaman hayat o kadar güzel ki… Ben şanslıyım… Max bana bu harika küçük kulübü bıraktı. Yalnız tam bana bıraktı demek doğru olmaz. Kulüp ortada duruyordu. Ben de aldım. Boynuzlarından tuttuğum gibi salladım.”
Barry Singer’a öyküsünü anlatan Lorraine Gordon, ikiyüzelli sayfalık kitabı çok zengin anılarla beziyor. Cazın, iş yaşamının ve seksen yıllık bir yaşam boyunca değişen pek çok şeyin içine girmemizi sağlıyor. Okuyucunun keyifle okuyacağı sayfalara çok sayıda fotoğraf ve Lorraine Vanguard’ın başına geçtiğinden beri verilen caz konserleriyle ilgili göz kamaştırıcı bir kronoloji eşlik ediyor.
Lorraine ve Max Gordon’ın kitaplarını arka arkaya okumak, cazın en bireysel ve büyüleyici öykülerinden birini sunduğu gibi, bir mekânın bu müziği nasıl kalıcı bir sanat türü statüsüne yükselttiğini gösteriyor. İster bir günlüğüne ister ömür boyu Manhattan’da olun, hayatınızın hiç olmazsa bir gecesini Village Vanguard’da geçirin. Üstelik orada kimin çaldığının da pek önemi yok. Muazzam bir tecrübe olacaktır.
“Vanguard’ın merdivenlerinden aşağı inmek adeta birisinin bağrına gitmek gibi birşey. Orada her şey bir biri üstüne eklene eklene ilerledi. Village Vanguard’ı bu hale kimse getirmedi. Tıpkı caz gibi kendi kendine büyüyüp gelişti.”- Lorraine Gordon.
Elif Gezer
Müzik öğretmenidir.
Son Ekledikleri: Elif Gezer
Yorum Ekle
Gerekli olan (*) işaretli alanlara gerekli bilgileri girdiğinizden emin olun. HTML kod izni yoktur.