Colin Stetson ile Söyleşi
Colin Stetson: “En büyük müzikal tutkum Tom Waits’le buluşmaktı ve rüyam gerçek oldu.”
Alternatif caz ve rock dünyasının iki aykırı ismi, saksofoncu ve multi enstrümantalist Colin Stetson ile kemancı Sarah Neufeld, 5 Kasım 2015 Perşembe akşamı Salon İKSV’de kulaklarımızın pasını alacaklar. Rock gruplarındaki performanslarının yanı sıra son yıllarda kaydettiği solo caz albümleriyle de dikkat çeken Colin Stetson’a, konser öncesinde, özgün tarzı, etkileşim kanalları, enstrüman seçimleri ve yeni projeleriyle ilgili sorularımızı yönelttik.
Sayın Stetson, bu kez sizi bir düo projesi dahilinde görüp dinleyecek olmak bizim için de yeni ve hoş bir deneyim olacak. Bundan yaklaşık bir yıl önce, solo performansınızı izleme şansı bulmuştuk, müthiş bir geceydi. O günden beri neler değişti, Sarah Neufeld’le nasıl bir araya geldiniz, yeni albümünüz “Never Were the Way She Was”ı nasıl çıkardınız? Bu albümdeki bestelerin hikayesinden bahsedebilir misiniz, İstanbul’da albümünüzden yeni şarkılar mı dinleyeceğiz?
Sarah’yla ilk kez New York’da bir araya gelmiştik. O gece, ortak ajansımız olan Billions, ikimizin de ayrı ayrı dahil olduğu bir gösteri ayarlamıştı. Sarah o gece orada Bell Orchestre’yle birlikte sahne alıyordu, ben de Brooklyn kökenli afrobeat grubu Antibalas’la çalıyordum. Aynı yıl daha sonra, Neon Bible albümlerindeki bazı kayıtları için Arcade Fire grubuna katıldım. Bu şekilde uzun yıllar farklı gruplarda (Bell Orchestre, Arcade Fire) birlikte çaldık, ayrıca birbirimizin solo projelerinde karşılıklı olarak turnelere katıldık. Bu turneler sırasında, her gece birbirimizin gruplarına katkıda bulunurken düo olarak da bir ya da iki şarkı seslendirmeye başladık ve böylece kendi solo müzikal kimliklerimizi bir araya getirdiğimizde oluşan yeni olasılıkları da keşfetmeye de başladık. Bu konfigürasyon içerisinde yazdığımız ilk parça “The sun roars into view” oldu. Sarah’nın New York’ta Kitchen’daki bir performansına hazırlanırken çıktı bu şarkı. Çok iyi gitti ve kısa bir süre sonra farklı festivallerden düo konser davetleri almaya başladık, bu da bize yeni keşifler yapıp “Never were the way she was” albümünü kaydetmemiz için gerekli motiasyonu sağladı. İstanbul’daki konserimizde de çoğunlukla bu albümden şarkılarımızı çalacağız.
Bir önceki performansınıza dönecek olursak, solo bir konser veriyor olmanıza rağmen, bir orkestra gibi çalıyordunuz... ve zihnimde, acaba bunun arkasında ne gibi bir sır var sorusu dolandı durdu! Efetkler, üst üste kayıtlar, “genişletilmiş teknikler” vb. bu sound’u nasıl geliştiriyorsunuz?
Öncelikle herhangi bir efekt ya da “looping” kullanmadığımı söylemeliyim, bu yüzden aslında tarif etmeye çalıştığınız şeye “genişletilmiş teknikler” diyebiliriz gerçekten de. Bunun merkezinde de dairesel nefes alma dediğimiz, sürekli burnumdan nefes alırken ağzımdan nefes vermeye devam ettiğim, böylece kesintisiz çalabildiğim bir teknik var. Bunun ötesinde de, yaptığım müziğin teknik/fiziksel boyutunu oluşturan çok sayıda unsur var, burada onların hepsini tarif etmeye çalışmam çok uzun sürer. Elbette tüm bunları uzun yıllardır devam eden yoğun çalışmalarım ve performanslarım neticesinde geliştirdim ve bu yöndeki çabalarımı da sürdürüyorum.
Şimdi bir düo performans sergileyeceksiniz, saksofon ailesiyle yaylıların (saksofon-keman) etkileşimini nasıl görüyorsunuz? Çoğu dinleyici için çok da tanıdık olmayan bir kombinasyon, dinleyicilerin tepkileri nasıl oluyor?
Doğrusu, yaptığımız söyleşilerde bu soruyla karşılaşana kadar, bu konu, üzerinde düşündüğümüz ya da konuştuğumuz bir şey değildi. Yani, bunun az rastlanan bir bileşim olduğunu tabii ki biliyorum, ancak iki enstrümanın belli bir tür ya da tarihsellik içerisinde yan yana gelişine dair düşünceler, bizi ya da bizim müziğimizi bağlayan bir şey değil. Dinleyicilere gelince, onlar adına konuşamam, ancak özellikle bu konuya dair herhangi bir şey söylendiğini de işitmedim.
Daha genel olarak baktığımızda, tahminim, genç dinleyiciler sizi daha çok Arcade Fire, Bell Orchestre ve Bon Iver gibi alternatif rock projelerinden tanıyor. Bu kesimin, sizin avangard caz albümlerinize ve performanslarınıza dönük reaksiyonları nasıl oluyor?
Bugünün dinleyicisinin, müzikal beğenileri ve dinleme alışkanlıkları açısından, eskisine göre çok daha fazla türlerarası, disiplenlerarası bir konumda olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden büyük rock konserleriyle solo konserlerimize gelenler büyük ölçüde aynı insanlar. Bu konuda tahmininizden daha büyük bir örtüşme ya da çakışma yaşandığını söyleyebilirim.
Enstrüman seçimlerinize baktığımızda, saksofon ailesi içinde çaldığınız bas saksofonun, tenor ya da altoya nispetle marjinal bir konumda olduğunu söyleyebiliriz. Çok enstrüman kullanan biri olarak, siz bu farkları nasıl görüyorsunuz?
Bas saksofonun, küçük kuzenlerine göre fiziksel olarak da büyük zorlukları var. Bu bakımdan, özellikle onunla turneye çıktığınızda, sorumluluğunuz da daha büyük oluyor. Ve bu enstrümana bir ses üreticisi olarak baktığınızda, tümüyle kendine özgü bazı yanları var; tabii en başta tonunun, perdesinin derinliği var ama onun dışında tınısı, akortsal yoğunluğu ve o saf, güçlü ses düzeyiyle de çok farklı.
Müzik dünyasında bir yanda Anthony Braxton diğer yanda Tom Waits gibi dev isimlerle birlikte çalıştınız; bu isimlerin sizin üzerinizde, müziğiniz üzerinde, kendi özgün tarzınızı geliştirmeniz konusunda etkileri neler oldu?
Birlikte çalıştığım tüm isimlerden bir şeyler öğrendim, bununla birlikte muhtemelen en iyi ve en kalıcı tecrübem Tom Waits’le birlikte yaptığımız çalışmalar olacak diyebilirim. Kendisi benim için müzikal bir kahramandı ve halen de öyle. Genç biri olarak en büyük müzikal tutkularımdan biri onunla buluşmak ve kayıtlar yapmaktı. Tam anlamıyla bir “rüyalarım gerçek oldu” durumu, diyebiliriz.
Alternatif ve “indie” rock grupları ve projeleriyle birçok deneyiminiz oldu. Bu gitar-bas-davul ağırlıklı müzik türü içerisinde nefeslilerin rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bunu her bir grup için ayrı değerlendirmek lazım. Kimi gruplar daha geleneksel anlamda bir “nefesli bölümü” arayışındayken, kimilerinde, örneğin Bon Iver’de benim konumum daha değişken ve akıcı olabiliyor; öyle ki her bir şarkıda işlevimi yeniden tanımlamam gerekiyor, bazen bir “nefesli bölümü” oluyorum, bazen bir soloist, bazen de ritim ya da bas konumuna geçebiliyorum. Çok kesin/köşeli tanımlar yapılmadığı sürece bunlar benim de en sevdiğim roller.
Yeni plan ve projelerinizi de öğrenebilir miyiz? İleride daha “ana akım” caz albümleri de kaydetmeyi de düşünüyor musunuz, yoksa hep “avangart” tarafta mı kalacaksınız?
Bundan sonraki kaydım, geniş bir grupla birlikte Gorecki’nin 3. Senfonisi’nin icrası olacak. Şundan hemen hemen eminim ki, “ana akım caz” albümü olarak sınıflandırılmayacaktır :)
Ali Sami İpek
Saksafon üzerine haber toplayarak sitemize katkıda bulunmaktadır.
Son Ekledikleri: Ali Sami İpek
Yorum Ekle
Gerekli olan (*) işaretli alanlara gerekli bilgileri girdiğinizden emin olun. HTML kod izni yoktur.