Matthew Hall ile Söyleşi
"Bas çalarken gözlerimi kapatıyorum ve dünya gözden kayboluyor, hiç bir şey kalmıyor sadece müzik..."
Amerika`dan kalkıp ülkemize gelen ve burada müzik yapan Matthew Hall, tanıyabileceğiniz en sıcakkanlı insanlardan biri. Mütevazi ve cana yakın bu adamın yabancı bir ülkeden geldiğine inanması çok zor. Gözlerini kapatıp kontrabasının başına geçtiğinde kendine ait bir dünyaya gittiğine ve sizi de peşinden bu dünyaya sürüklediğine şahit olduğunuz bu adam, Amerika`da birlikte çalıştığı bir müzisyenin `benimle Türkiye`ye gelir misin?` teklifi üzerine atlamış Türkiye`ye gelmiş ve o zamandan beridir aramızda yaşıyor. Matthew Hall ya da onun sevdiği hitap tarzı ile Matt, sorularımızı cazseverler için cevapladı.
Kontrabasla nasıl tanıştın? Müziğe kontrbasla mı başladın yoksa bu seçimi daha sonra mı yaptın?
Müziğe ilkokuldayken, saksafon çalarak başladım. Sonra lisede bir elektrik bas aldım ve bir arkadaşımın rock grubunda çaldım. O zamanlar ne müzik teorisi ne de makam biliyordum. Liseden mezun olduktan sonra, tarihi bir cam atölyesinde, ikibuçuk yıl cam ustası olarak çalıştım. Hayatım boyunca bu işi yapacağımı sanıyordum fakat kız arkadaşım üniversiteye gitmeye karar verdi. Ben de kız arkadaşımdan ayrılmak istemediğim için aynı üniversiteye gitme kararı aldım. Güzel Sanatlar Fakültesi hariç diğer bütün fakültelere başvuru zamanını kaçırmıştım. GSF`ye giriş sınavını geçtikten sonra okulda elektrik bas eğitimi verilmediğini öğrendim. O yüzden mecburen kontrabas eğitimi almaya karar verdim.
Nerelerde eğitim aldın kimlerle çalıştın?
Müzik Performansı diplomasıyla, Virginia Commonwealth Üniversitesi, Summa Cum Laude`den mezun oldum. Jimmy Cobb, Matt Wilson, Steve Wilson, Rene Marie, Lonnie Liston Smith, Kevin Mahogany, Justin Kauflin, Dave Allen gibi birçok müzisyenle birlikte çalıştım. İmer Demirer, Sarp Maden, Sibel Köse, Tamer Temel, Cem Aksel, Cengiz Baysal, Serkan Özyılmaz, Volkan Öktem, Ferit Odman, Jef Giansily gibi Türkiye`nin en iyi müzisyenleriyle sahne aldım. Ayrıca The Tommy Dorsey Orchestra`yla ve Bio Ritmo isimli ünlü bir salsa grubu ile yaygın olarak turnelere çıktım.
Hangi ülkelerde, nerelerde performans sergiledin?
ABD`de, Alaska ve Hawaii hariç bütün eyaletlerde, Türkiye ve Azerbeycan`da çeşitli performanslar sergiledim.
Eşinle nasıl tanıştın? Türkiye`ye yerleşmeye karar vermek senin için zor oldu mu?
Türkiye`ye yerleşmeye karar verirken çok fazla düşünmedim. Arkadaşım Emre Kartarı, çok iyi bir davulcudur. Amerika`da birlikte verdiğimiz konserden sonra "Benimle İstanbul`a taşınmak ister misin?" diye sordu. "Neden olmasın?" dedim. Kontrabasımı alıp cebimde yalnızca 900 dolarla İstanbul`a geldim. Eşimle İstanbul`da tanıştık. Onun yüzünden Türkiye`de kalma kararı aldım.
Türkiye`ye gelmeden önce kafanda kurduğun ülke ile gelince bulduğun ülke arasında ne farklar gördün?
İtiraf etmeliyim ki buraya gelmeden önce Türkiye hakkında pek fazla şey bilmiyordum ama Türkiye`yi haritada gösterebilirdim. Bir de, Türk tütününü çok iyi biliyordum. Hatta Amerika`da "Türk gibi sigara içmek" diye bir deyim vardır. Çok sigara içenler için söylenir.
Türkiye`de sanatçı olmak hele de kontrabas sanatçısı olmak pek de kolay bir iş değil, bu açıdan Türkiye ve ABD arasındaki farklar neler sana göre?
Dünyanın her yerinde sanatçılar zor para kazanır ama yine de her ülkede ve her şehirde iyi basçılara ihtiyaç var. Richmond, Virginia`nın nüfusu yaklaşık iki milyon ama orada İstanbul`dan daha fazla müzisyen var. O kadar fazla müzisyen olmasına rağmen Richmond`da daha çok programım oluyordu. Gördüğüm diğer büyük bir fark da çalışma saatleri... İstanbul`da insanlar genelde çok uzun saatler çalışıyor, müzisyenler de dahil. Amerika`da konserlerim iki-üç saat sürerdi, konserden en fazla onbeş dakika önce mekana gider, soundcheck yapardık. Yeni şarkılar çalmayacaksak genelde provaya ihtiyaç duymazdık. Bu sayede tüm enerjimizi ve müzik yapma isteğimizi konsere saklayabilirdik. Türkiye`de genelde prova ve soundcheck çok uzun zaman alıyor ve o yüzden bazı konserlerim altı-sekiz saat bile sürebiliyor.
Kendine özgü bir tarzın var, başkasını bilemem ama ben, sen çalarken bütün dünya sussun hissine kapılıyorum ve bir parça isyan, başkaldırı, hatta meydan okuma hissediyorum havada uçuşan notalarda bu konuda haklı mıyım bilmiyorum ama, yeni başlayan veya yetişmekte olan basçılara kendilerine özgü böyle bir tarz yakalayabilmeleri için ne tavsiye edersin?
Zaten çocukluğumdan bu yana hep isyankar bir insandım. Müziğe ilk başladığım zamanlarda insanların ve diğer müzisyenlerin benim müziğim hakkında ne düşünecekleri beni çok endişelendiriyordu. Biraz daha tecrübe kazanınca, gereksiz yere endişelenmemeyi öğrendim. Bazen bas çalarken gözlerimi kapatıyorum ve dünya gözden kayboluyor, hiç bir düşünce kalmıyor, sadece müzik kalıyor. Her çaldığımda aynı hissi yakalamaya çalışıyorum. Bu şekilde sahnedeki diğer müzisyenlerle derin bir iletişim kuruluyor ve her zaman öyle olmasını istiyorum. Yeni başlayan basçılara tavsiyem şöyle: Kesinlikle ustalardan öğren, öğretmenlerden öğren ama kendi düşüncelerini asla küçümseme ve yeni fikirlere hep açık ol, çünkü müzikte katı kurallara yer yoktur.
Baki Solak
Hobi olarak başladığı saksafon şu an hayatında önemli bir yer tutmaktadır.
Son Ekledikleri: Baki Solak
Yorum Ekle
Gerekli olan (*) işaretli alanlara gerekli bilgileri girdiğinizden emin olun. HTML kod izni yoktur.